11 Ekim 2016 Salı

Habent sua fata libelli… Kitapların kendi yazgısı vardır... FEN ÇOCUĞU




Otobüste kitap okurken yan koltukta hafiften uyumaya 
çalışan yol arkadaşım önce elimdeki kitaba baktı, Sabahattin Ali / Kamyon, sonra tek gözüyle bir kitaba bir bana bakıp diğer gözünü de kırparken  hafiften kafayı salladı. ” Nasıl, güzel bir kitap mı?” demek istiyordu.
Kısa kısa hikayeler dedim. Yüksek sesle oku ben de duyayım dedi. Aaa nasıl çocuğa masal okur gibi mi yani ?..  Evet. Niye ? Olmaz mı? dedi… Bilmem; olur herhalde. Başladım okumaya... Arada uyudu galiba diyerek içimden okumaya başladığımda  Hı-ı ??? diyince uyumadığını anlayıp yeniden onun duyacağı kadar yüksek sesle okumaya devam ettim. Annemin ifadesiyle uyumuyor, gözlerini dinlendiriyordu herhalde...

Yolculuğun sonunda "sen okurken uykum gelmedi; güzel okuyorsun sen" dedi.
Ben de kitapları düz ve sıkıcı değil karakterlere can vererek okumayı sevdiğimi, tiyatroya ilgimi, konservatuara nasıl gitmeye başlayıp sonra neden bıraktığımı anlatım ona.
O da "Belli " diyerek her şeyi bir kelimede toparladı.
Onun verdiği cesaret ve belki de bana beni hatırlatmasıyla hemen ertesi gün telefon numarasını bulduğum Altı Nokta Görme Engelliler vakfının yetkilisine pazar günü olmasına rağmen whts- up mesajı atarak Görme Engelliler için kitap okumak istediğimi yazdım. Ve yine, pazar günü olmasına rağmen anında yanıt aldım " Yarın 13:00 te gelebilir misiniz ?" 

Gitmem mi ? " Yarın 13:00 te oradayım görüşmek üzere " diye yanıtladım hemen. Sonra da vakfa gidip, küçük stüdyoya girerek Zekeriya Sertel'den "Nazım Hikmet'in Son Yılları"nı okumaya başladım.

Bazen evdeyken bile yüksek sesle okumak gelir içimden. Kendi sesimi dış sesmişçesine duymak konuyu, karakterleri dahada mı netleştirir kafamda yoksa, yazarından izin almaksızın, anlatıcı görevini üstlenerek kendimi de kitabın içinde kahramanlaştırmak mı isterim bilmiyorum; ama hoşuma gider..
İşte yol arkadaşımın ”yüksek sesle oku ben de duyayım” dediği gün birden çocukluğuma gidip bir anımı hatırladım.
İlkokul 1.sınıf ile orta 2.sınıfa kadar 7 ayrı ilçede farklı okullar ve öğretmenlerde okumuş olmamdan olsa gerek hangi ilçedeydi, hangi okuldaydı ve hangi öğretmendi hiç hatırlamıyorum ama kendimi her gün son dersin bitmesine on dakika kala tahtaya çıkıp sınıfa kitap okuduğum halimle hatırladım. Bir nevi “arkası yarın”dı yani...
Öğretmen bendeki bu isteği nasıl keşfetmişti onu da hatırlamıyorum ama bana “ sen her gün ders bitiminden on dakika önce tahtaya gel ve arkadaşlarına kitap oku” demişti.
Kitabı ben mi seçmiştim yoksa o mu belirlemişti onu da hatırlamıyorum ancak kitap benim evden getirdiğim bir kitaptı. Kitabın kapak sayfası gözümün önündeydi ve saklamamış olduğuma birden hayıflanıverdim...


İsmi ya FEN ÇOCUĞU’ydu ya da FEN ÇOCUĞUNUN HİKAYESİ... Kitabın kapağı gözümün önünde dediğimde yol arkadaşım internetten bulursun belki dedi. Hemen baktık ve bulduk; FEN ÇOCUĞU.
Sonra satın alabilir miyim diye araştırdım. Evet, kitabı çocukluğundan saklayan ve satmak istediği için internete koyanlar vardı. Hemen onlardan biriyle temasa geçtim. Ismarladım. Kitabım geldi. Bir solukta okudum… Bitirdiğimde yüzümü hoş bir mutluluk gülümsemesi kaplamıştı ama gözlerim de hafif nemliydi.
Bu hatırayı bana hediye eden öğretmenimi, hangi okulda, hangi ilçede olduğunu hatırlamak istedim ama nafile... Hatırlayamadım.  

Hadi biraz Fen Çocuğunu anlatayım da, siz de niye bu öğretmeni özellikle bulmak istediğimi anlayın. Gerçek bir hayat hikayesi Fen Çocuğu.

Çocuk kitabı olması nedeniyle olsa gerek kitapta adı ve soyadı okunduğu gibi yazılmış; Corc Karvır.
Ben de öyle kullanacağım.

Zaman 1860’lar, Corc zenci bir kölenin oğlu. O dönemlerde genç, güzel ve iş yapabilen zenci kadınlar çeteler tarafından kaçırılıp satılıyor; Corc’un annesine olduğu gibi. Onlara aynı zamanda soyadlarını da veren yanlarında kaldıkları aile Corc ve annesini çetelerden korumaya çalışsalarda başarılı olamıyorlar. Corc ve erkek kardeşi bir süre daha bu ailenin yanında kaldıktan sonra çeşitli nedenlerle farklı farklı şehirlerde farklı farklı ailelerin yanında boğaz tokluğuna yaşamaya çalışıyorlar. 
Bu kadar çok yer değiştirmelerinin ana nedeni zencilerin de gidebileceği bir okul bulmak. Zira o dönemde sadece beyazlar okuyabiliyor,  zencilerse köle!..

Bu yolculukların içinde Corc’un zaman zaman beyazlar tarafından horlanmasına, aşağılanmasına hakarete ve haksızlığa maruz kalmasına tanık olduğumuz gibi onun çalışkanlığına, dürüstlüğüne, yardımseverliğine, el becerisine yatkınlığına, zeki olmasına da tanık oluyoruz. Yanında kaldığı ailelerden birinin ona aldığı hece kitabından kendi kendine okumayı öğrenmesine mesela.. Mesela ütü yaparak para kazanmasına, fırında çalışarak ya da yük taşıyarak kitap parası biriktirmesine.. Daha sonra okula gitme şansını bulduğunda kendinden daha düşük seviyede olanlara ders vererek onlara yardım da ediyor Corc. Bu da  sınıfında onu istemeyen beyaz çocuklar tarafından zaman içinde sevilmesine, küçük çocuk olsalar bile ailelerinden gelen katı, ayrımcı anlayışlarının yumuşamasına ve hatta ailelerini bile yumuşatmasına neden oluyor.

Bütün bu süreçte gittiği her yerde değişmeyen tek bir şey var ki o da Corc’un bitkilere ve hayvanlara düşkünlüğü. Akşamları eve dönerken ceplerinde tohumlarla dönüp onlarla yatağa girmek istiyor.. Bitkiler üzerinde kendince deneyler yapıyor. Hangi bitki hangi toprakta daha iyi yetişiyor onu kendine kurduğu küçücük bahçelerde deneme yanılma yoluyla buluyor. Öyle çilekler yetiştiriyor ki pazarda onun çileği kadar tatlısı yok mesela. . Çiçekleri hasta olan bazı hanımlar Corc’tan onları iyileştirmesini bile istiyolar.   
Hatta ona" Bitki Hekimi" diyorlar kendi aralarında.
Cebinde böcek, kertenkele, kurbağa ile eve gelip evin sahibesine belli etmeden onlarla yaşamaya çalışıyor ama tabi ki yakalanıp onları bahçeye geri bırakmak zorunda kalıyor.

Mücadele içinde geçen hayatın sonunda Corc Karvır üniversite eğitimini de tamamlayıp beyaz siyah ayrımı yapmaksızın kolejdeki öğrencilerine yardım eden kendini kolejdeki laboratuarında araştırmalarına adayan, maddiyata önem vermeyen, ülke çapında ünlü bir profösör oluyor. 
 “George Washington Carver (1861-1943). American botanist and inventor.” diyor vikipedi onun için.
Tatlı patates ve Amerikan fıstığından yüzlerce farklı ürün ürettiğinden de bahsediyor. ( http://kimdirnerelidirhayati.com/genel-biyografi/george-washington-carver-kimdir-hayati-buluslari/)



Gördünüz mü nasıl bir kitap okutmuş öğretmenim bize o yaşlarımızda.   Bu yazıyı hazırlarken bir yandan da farklı ilçelerde beraber olduğum ve FB tan bulduğum bir kaç ilkokul arkadaşıma sordum; ben hatırlamıyorum siz hatırlıyor musunuz diye ve yanıt geldi...
 " Ben çok iyi hatırlıyorum. Bizim sınıftı. Ödemiş Lisesi Ortaokul 1. Sınıf, Türkçe öğretmenimiz  Nigar Öztekin" demiş Gürsel Saygılı. Umarım bu yazı öğretmenimin de eline ulaşır.. Ona ne kadar teşekkür etsem az; bana bu anıyı hediye ettiği için.
Kitap elime ulaştığında beni şaşırtan ve kitabı daha da değerli kılan kitabın gerçek sahibinin adına ulaşmış olmamdı.  Kitabı satan sitedeki kişi gerçek sahip mi yoksa bir başkasının kütüphanesinden mi almıştı bilmiyorum ancak kitabın gerçek sahibi o zamanın Erkan'ı şimdininse Erkan Bey'i.  Kitap kendisine hediye edilmiş. "Erkan'cığımın gerçek bir fen çocuğu olması dileğimle"  yazmış hediye eden. Keşke kendisiyle  karşılaşsam da ondan da kitapla ilgili kendi hikayesini dinlesem. Bakarsınız bulurum Erkan Bey'i ve bir diğer yazının konusu da bu sohbet olur... Şimdi kitap yol arkadaşımda. Ben anlattıkça o kadar merak etti ki o da okumak istedi. Toronto seyahatim sırasında ona bıraktım Fen Çocuğu'mu. "Merak etme ona iyi bakacağım.. Gözün arkada kalmasın" dedi..  
Döndüğüm zaman görme engelli küçükler için de okuyup çocukluğumun kitabını onlarla da paylaşırım belki. 
Vancouver'dan yazdığım bir önceki yazımı " Ben hep sevgiyle ve sanatla kalın derim ya bu yazılık Sevgiyle ve Geçmişteki Güzelliklere Bağlı Kalın " diyerek bitirmişim; bu da öyle olsun...            
Habent sua fata libelli… 
G.D.











2 yorum:

  1. 3 haftalık yazıyı 1 haftaya sığdırdınız ya aşkolunuz Gülay hanımcım ;-p
    Ben deeee istiyorummm ;-))

    YanıtlaSil
  2. Vivikom,Güzel olan sonuna kadar okumuş olman :)) Ayrıca parça parça yazsam aynı zevk olmuyor..
    Kendimi kısa yazmalara da alıştıracak bir yol arıyorum; blog dışında. instagram mesela ...

    YanıtlaSil