19 Ağustos 2013 Pazartesi

Her Piyanonun Bir Hikayesi Var...

Yıl 2001, Eylül ayı. 
Tiyatro yapmak isteyip de bu hayalini gerçekleştirememiş bir arkadaşımla amatör de olsa  tiyatro yapsak bir yerlerden başlasak diye konuşurken, gazetede gördüğüm  bir tiyatro okulunun “ amatör oyunculuk sınıfı “ ilanını getirip “ Hadi buraya telefon açalım ve hemen kaydımızı yaptıralım. ” dedim.
Düşünmeyelim, tartıp biçmeyelim, ertelemeyelim. Yaptıralım kaydımızı bitsin.  
By G.D.
Aynen de öyle yaptık. Sonrasında da iki sene her hafta sonu pazar günlerini sabahtan akşama kadar o kursta  oyunlar hazırlayarak, sahnede rollerimizi çalışarak geçirdik. Sene sonunda da oyunumuz vardı tabi. Amatördük ya, bir sınıfı tiyatro sahnesine çevirerek oynadık oyunlarımızı.

Enteresan bir şekilde de iyi arkadaşlıklar kurduk sınıf içinde. 
İşte bir gün bu arkadaşlardan birinin  evinde kahvaltı ederken,  ev sahibi arkadaşımız bir gün önce evlerine gelen piyanoyu göstererek “ Babam Alara’ya hediye almış. Dün de bize sürpriz yaparak getirtti”. dedi. Alara arkadaşımın o zaman beş yaşında olan  kızıydı. 

Öteden beri enstrümanlara ilgim vardır. Müzik kulağım iyi olduğu için de nota bilmeksizin elime aldığım enstrümandan bir melodi çıkarabilirim.   İşte o basit melodilerden bir şeyler çalmak için Alara’nın piyanosunun başına oturuverdim.
Melodiler çok basit olmakla birlikte  arkadaşlarım  bendeki bu  gizli kalmış yeteneğe (!)   o kadar şaşırdılar ki, ev sahibi arkadaşım  “ Yarın seninle gidip sana da piyano alıyoruz. Sen kesinlikle ders alıp piyano çalmaya başlamalısın. Sakın erteleme bunu” dedi.
Diğerleri de bu fikri destekleyince, “Yarın ben gelip kapına dayanıyorum ve gidiyoruz. ” dedi, dediği gibi de yaptı. Ertesi sabah kapımdaydı gerçekten. 

Birlikte Beyoğlu Galata’ daki Zuhal Müzik Evine gittik.  Bir kaç gün önce babasının kızı için bir piyano aldığını hatırlatarak kendisini tanıttı. Şimdi bir piyano daha alacaktık.
Bizimle ilgilenen  satıcı,  Nil’in kaş göz işaretinden konunun benimle ilgili olduğunu anlamış olmalı ki  bana dönerek ,
- “Kendiniz için mi alacaksınız yoksa çocuğunuz için mi ?“ diye sordu.
- “Yok, kendim için .”
- “Çocuğunuz için isteseydiniz daha ucuz piyanolar gösterecektim.  Çocuklar çoğunlukla sıkılıp bırakıyorlar da “ 

By G.D.
Omuzlarıma yüklediği sorumluluğa bakar mısınız ? 
Sen bırakamazsın, sen büyüksün. Üstelik piyano da pahalı olandan !!!!    
Gösterdiği piyano hakkında bir şeyler açıkladı sonra da “deneyin isterseniz “ dedi .
Neyi ?  Nasıl ?  Piyano nasıl denenirdi  ki ???  
“İyidir herhalde sizin tavsiyeniz önemli “ dedim.
Pazardan  bir kilo domatesi  bile almadan önce  üç tezgah gezen ben, koca piyanoyu bir lahzada  alıp, piyanonun bir kaç gün içinde teslim edileceği bilgisiyle  senete, sepete imzayı atıvermiştim.
Dışarı çıkarken aklımda , ben ne yaptım, doğru muydu  şimdi bu, soruları olmasına rağmen yüzümde hakim olamadığım bir tebessüm vardı. Sanki piyano almamışım da  önemli bir resital vermiş olarak salonu terk etmekteydim.
Sonrasında  piyano hocası bulmak için yapılan araştırmalar  ve Bulgar göçmeni  piyano hocam...
By G.D.
Kendisine piyano alma hikayemi anlattığımda hayretler içinde yüzüme bakarak    “Allahtan satıcı işini bilen, dürüst  birisiymiş de sana  bu fiyata iyi bir piyano vermiş.”  dedi.   Yoksa piyanonun ağacı önemlidir, piyanonun tuşlarının ses çıkarmasına yarayan mekanizmanın malzemesi önemlidir, sesi önemlidir, sesin derinliği önemlidir gibi bir sürü şey saydı. Bir de bazı piyanolar akort tutmazmış ama Allahtan bunda o sorun da yokmuş. Şanslıymışım.
Bunları duydukça suratımın aldığı şekilleri varın siz düşünün. 
Sonra derslere başlandı.  
Bir süre sonra ben Türk Sanat Müziğinden şarkılar çalmak istediğimi  söyledim.  Fakat sorunumuz vardı. Bulgar göçmeni olan hocam bu  şarkıları bilmiyordu.

Sistem şöyle işlemeye başladı:  Ben şarkıyı  kendisine CD den dinletiyorum.  Sonra sağ elimle  melodiyi kulaktan çalıyorum.
- “Notalar doğru mu ? “
- “Doğru”  yanıtını aldıktan sonra  notalar akorlarıyla birlikte  nota  defterine yazılıyor. Sonra birlikte çalmaya/çalışmaya  başlıyoruz. 
Sol elimle çaldığım akor kısmını  ezberleyince ben nota defterini bir kenara atıp şarkıyı repertuarıma ekliyorum.
By G.D.
Bir süre sonra, nota okumaya niyetim olmayıp ezberden gitmeye kararlı olduğumu anlayan piyano hocam   çalışacağımız parçaların notalarını nota olarak değil de harflerle (!) yazmaya başladı nota defterine.   
Böylece bir piyano değil ama bir piyano   hocası nasıl bozulurun  pratiği yapılırken  benim repertuarda oldukça zenginleşmişti.

Sonra  piyano hocam  ülkesine döndü,  şanssızlık bu ya benim harflerle notaları yazmış olduğumuz defterim de kayboldu .  İşte o zaman nota okumak üzerine çalışmamış olmanın vehameti ile yüzleştim.
Bu korkuyla  3-4 sene  ara verdim.  Sonra başka bir öğretmenle çalışmaya başlayıp bu hikayeyi ona da anlattım ve “Lütfen bana nota okumayı öğretin.” dedim.  O da öyle yaptı.
Sonra yine ara vermeler, vakit ayıramamalar derken  bu sene Nisan ayında yeniden ders almaya başladım. Bir  direğin  üstüne çıktıktan sonra kendine hakim olamayarak kayıp taaa direğin dibine kadar  düşen bir sirk cambazı  gibi  hissediyordum kendimi.
Yine hiç bir şey hatırlamıyordum . Yine sıfırdan başlamalıydım.  Her şey boşa gitmişti.
Oysa hiç öyle olmadı.   Bıraktığım noktaya düşündüğümden çok daha çabuk geldim.  
Bu da beni hem mutlu etti hem heyecanımı artırdı.

By G.D.
Şimdi her hafta  müthiş bir istekle dersime gidiyorum.Gittiğim yer Galatasaray’da. Şişhane Metrosundan çıkıp  İtalyan Kültür ve  Pera Müzesi’nin önünden geçip Odakule’den  İstiklal’e çıkıyorum.    

Pera Müzesi'nin önünden her geçişimde de kafesindeki piyanoyu düşünüyorum bir gün bir tuşuna basmam için izin verirler mi acaba ? :)   

İçerideki piyanonun hikayesi çok  farklı.

By PERA MUZESI
Kafenin ortasında duran etrafı çevrili piyano Maria Callas’a ait. Piyanoyu Maria Callas’a babası almış. 
1939 yılında baba kız piyano ile birlikte bir yolcu vapurunda okyanusu geçerek Pire Limanı’na gelirler.Oradan da Atina’ya. 
2.Dünya savaşı bitiminde babasıyla birlikte New York’a dönecek olan Maria Callas piyanosunu taşımak istemez ve onu piyano hocası Elvira de Hidalgo’ya, vefa borcu olarak armağan eder.
Elvira de Hidalgo Atatürk’ün Ankara’da kurmuş olduğu konservatuara şan hocası olarak davet edildiğinde piyano Atina’dan Pire Limanı’na, Pire Limanı’ndan Karaköy Rıhtımı’na oradan Haydarpaşa’ya sonra da trenle Ankara’ya taşınır. Bir süre sonra Elvira ağır bir hastalığa yakalanır ve piyanoyu Avukat Mordo Dinar’a hediye eder. Bu kez de piyano Mordo Dinar’ın İstanbul’daki evi için aynı yolla Haydarpaşa Limanı’na geri getirilir.  Mordo Dinar 2002 yılında öldüğünde İspanya ‘da yaşayan kızı , bu piyanodan esinlenerek , Piyano adlı kitabını  yazan Yiğit Okur’a gönderdiği mektupta  “Piyano, romanınız oldu. O’na sahip çıkın “ der. Yiğit Okur da haberi İnan Kıraç’a iletir.  
Piyanoyu satın almak isteyen  İnan Kıraç değerini öğrenmek istediğinde Mordo Dinar’ın kızı kendisine “ İstanbul’a gelişlerimden birinde beni Boğaz’ın salaş meyhanelerinden birine götürün. Bir kadeh rakı, bir taze lüfer piyanonun bedelidir. Yeter ki kaybolmasın, değerini bilen birinde kalsın” der.  Ancak, İnan Kıraç bedelini ödeyerek  piyanoyu satın alıp vakıfa bağışlar.
Piyanonun üstünde duran kitap da  Yiğit Okur’un  “Piyano” kitabının ilk nüshası.

Kafeye her gittiğimde etrafını tavaf ettiğim bu piyanoyla şimdilerde her hafta dışarıdan selamlaşarak  dersime gidiyorum.

Her piyanonun bir hikayesi var işte :)

Sevgiyle ve hep sanatla kalın.
G.D.