24 Eylül 2013 Salı

Eyvah! Yine mi Salça?


By G.D.
11.09.2013, Kıbrıs'a gitmek üzere Atatürk Hava Limanındayım.
Biraz önce pasaport kontrolünden geçerken elinde yaklaşık 10 kg.lık  salça kavanozuyla gelen  bir kadın polis  gördüm.
Arkasında da büyük ihtimalle salçanın sahibi. Gümrük kontrolünden geçen bavulların yanında bir 10 kg. lık kavanoz daha var; o da tarhana kavanozu. Kadın polis 

" Tarhanayı alabilirsiniz onda sorun yok ama
salça için benimle gelin lütfen " dedi arkasındaki bayana.

O zaman anladım ve gülümseyerek anımsadım "buraların ne salçası biteer, ne turşusu... " sözünü.

Birazdan okuyacaklarınız  2011 yılında; yine Atatürk Hava Limanında; yine Eylül ayında yaşanmıştı. Yazıyı uzun zaman önce yazdım ama sizlerle paylaşıp paylaşmama konusunda tereddütüm vardı; tereddütüm yazının içinde sizlere sanatla ilgili bir haber iletmiyor olmamdan kaynaklanıyordu.
Ancak, bugün hava limanında bir salça kavanozu daha görünce paylaşmaya karar verdim.

Keyifli okumalar :))))      
                                                                           Strasbourg 2011, By G.D. 
Birdenbire karar verdik; gidelim buradan, 4 günlüğüne de olsa kaçalım. Kimselere de söylemeyelim. Ruhumuza iyi gelen bir yer olsun . Yaz bitmeden güneş sırtımızı ısıtsın, etrafta çiçekler olsun, estetik ama samimi, basit bir yer ve de mümkünse kimsenin dilini anlamayalım ki takılmayalım konuşulanlara. Yani öyle bir boşluk olsun işte, ruhumuzu dinlendirecek. 
Hedef Strasbourg. İlk defa göreceğiz ama 3-4 gün için çok iyi bir karar olduğunu duymuşuz sağdan soldan.
Bu düşüncelerle küçücük bir bavulla hava alanına geldik; öyle küçük olsun ki kargoya bile vermeyelim, uçak iner inmez karışalım hayata. 
Ataturk Hava Limaninda gümrükten geçip Basel uçağına son bir kapı kalmışken bir bağırtı duyduk. Zayıf, minyon, sert suratlı, hani ben küçük gözükürüm ama tuttuğumu koparırım, yar etmem size buraları tarzında 55 yaş civarı bir kadın, canhıraş bağırıyordu polise.
Dedikleri Türkçe’ydi ama anlamakta zorlanıyorduk neler dediğini. Sonra, kalabalığın arasına karıştı söylenerek. Bitmemişti kavgası, sadece durduğu yeri değiştirdi kadın.
O sırada arkadaşımla kitaplardan, gazetecilerden, gazetelerden konuşuyorduk. “Ece Temelkuran hala Milliyet’te mi ben görmüyorum epeydir” dedi. Ben “Yok Milliyet’te de yazmıyor artık “ derken, birisi bize doğru eğilerek “Ne oluyor orada? O kadına ne olmuş? ” dedi .
O da ne? Bu soruyu soran Ece Temelkuran’ın ta kendisi.

Hani “keşke bir şey dileseymişim bak olacakmış işte, tüh kaçtı yaaa“ tarzında  bir durum.

- "Biz de bilmiyoruz ama biz de şimdi sizden bahsediyorduk Milliyet’te epeydir yok diye" dedik. 
- "Yok Haber Türk’teyim “ dedi ve haberin kaynağına doğru ilerledi.
Sonra da ya gazeteci olduğu için konuyu hemen anladı ve haber değeri bulamadı ya da uçağı kaçmak üzereydi, oradan hızla uzaklaştı. Sonradan anladım ki gazeteci olmak böyle bir şey. Bir haber mi var etrafta, bir şeyler mi kaçırıyorum, aman ha kaçmasın merakıyla sorulmuştu soru.
Ne tesadüftü ama ??
Evet, haberci için haber değeri hiç yoktu gerçekten bizim de sonradan anladığımız konunun ama yine de hayret ve ilgiyle izledik.
Minyon kadın ne dediği çok belli olmadan sadece "ne varmış sanki , ben onu ellerimle yaptım , milli servet bu " gibi lafları uçuşturuyordu havada. Polisler de inanılmaz bir sabırla ve hoş görüyle:
“Bak Ayşe teyzem olmaz.Kurallar böyle. İzin veremeyiz. İzin verirsek biz işimizden oluruz “ diyerek onu yatıştırmaya çalışsalar da minyon kadın kararlı; kesinlikle yatışmayacak, bağıracak, çırpınacak daha çok seyirci toplayacak, belki destekçi çıkar aralarından ümidiyle.
Konuyu anladık; konu aslında basit, ama işin içinde Türk insanı olunca zor.
Ayşe teyze -bu gerçekten minyon kadının adı mı yoksa polise göre her gurbetçi Ayşe teyze midir bilmiyorum - el bagajına koyduğu yaklaşık 5 kg. luk elleriyle yaptığı salçayı gurbetteki evine götürmek istiyor.  Ama kurallar buna izin vermiyor. Ayşe teyze de bu kuralı kabul etmiyor. Konu özetle budur.
Polisler yetmedi, amirler geldi. Amir, minyon kadını olay yerinden uzaklaştırdı . Pedagojide vardır böyle bir kural. Olay mekanından uzaklaşırsanız inatlaşma azalır, anlaşma zemini yaratabilirsiniz çocuklarınızla diye. Ondan mı yaptı bilmem? Zira Ayşe teyze “terrible two” dönemine girmiş bir çocuk gibi, benim dediğim diyor da başka bir şey demiyor.

Hazır Ayşe teyze uzaklaşmışken diğer polis salçayı aldı ve ilerideki çöp kutusuna attı. Ayşe teyze döndüğünde çantasında salça kavanozunu görmeyince gerçekten bir atmaca edasıyla ve sanki de salçam nerede olursa olsun ben kokusundan bulurum atikliğiyle bir seferde salçanın hangi çöp kutusunda olduğunu anlayıp, çöpten 5 kg.luk cam kavanozu aldığı gibi herkesin gözü önünde yere atıp parçaladı… SİZE YAR ETMEM !!!! Ya benim olacak ya hiç !!! 
Minyon kadın, sanki, kural nedeniyle değil de salçayı yemek istedikleri için ona vermeyen polislerle savaşıyordu. Hah işte sonunda da yedirtmedi.
En son kapıdan geçip bizi uçağa götürecek otobüse binmeden önce, bilet kontrolündeki kadın polise :
“Sizi tebrik ederim ne kadar sabırlısınız, ne kadar alttan aldınız, ama bu kadarı da fazla olmadı mı? Herkesi rahatsız etti saatlerdir, siz de bu kadar uğraşmak zorunda değilsiniz. Uçuşunu iptal ederiz falan deseydiniz, belki işe yarardı “ dedim.
Kadın polis o kadar sakin , o kadar bezmiş bir o kadar da bana hak verircesine, şimdi burada tutarsak, aman o salçanın ağırlığı hiç gitmez bırakın bir an önce şu uçağa binsinler de gökyüzünün bir noktasında kaybolsunlar, uçtukça hafifler, sakinleşir salçayı da unuturlar, dercesine cevap verdi : “Aman hanımefendi buraların ne salçası biteeer , ne turşusu."
Ne diyeyim kolay gelsin...
 
Yazının başında da söylediğim gibi bu olayı 22.9.2011 tarihinde Atatürk Hava Limanı’nda yaşadık.
                                                                                                             Helsinki, Porvoo, Tallinn 2012, By G.D
- Yine aynı arkadaşımla , yine 4 günlügüne, 2012 Temmuz ayında yola çıktık. Helsinki, Porvoo ve Tallinn için.

- Bu yılın programında Burgonya bölgesinde üzüm bağlarını dolaşmak var. Dün Lyon'a oradan da Beaune'a geldik. 4 gün buralardayız.

- Sevgili Ece Temelkuran da şu anda Birgün  gazetesinde yazıyor.

Gastronomi ve Mutfak Sanatlarından hareketle yine "Sevgiyle ve sanatla kalın " diyorum :))

G.D.