
Dolap dediğim de ince, uzun, daracık metalden tek kapılı dolaplar işte.
Hayatınız okulun bahçesi, okulun binaları ve evinizdeki odanız yerine
geçen yatakhanenizde geçer. Ben pazar akşamı bazen de pazartesi
sabahı okula döner, cuma akşamı da evime giderdim.


Yatılı okulda pek hissetmedim ama (belki de hafta sonlarını kendi evimde geçirmiş olmamdandır) yurt hayatında hayat paylaşım üzerine kuruludur. Memleketten dönenin eli kolu dolu gelir. Evden yapılmış reçeller, dolmalar, kekler, börekler... Koli koli odadan içeriye sahibiyle birlikte girer. Biraz hoş beş sohbetten, özlemler giderildikten sonra da "


Zira yurttaki kızlar pantolonlarına uygun bluzu, bluzuna uygun eteği kendi dolabında bulamadıysa hemen diğer dolaplara hatta kendi odasındaki dolaplarda bulamadıysa da kattaki diğer odaların dolaplarına kadar uzanıverirlerdi. " Ya hani senin şu sarı gömleğin var ya onu bugün bana verebilir misin ? Senin dar paçalı blue jean kaç beden bana olur mu acaba???? " gibi sorular aslında bu yaşamda çok normal sayılsa da benim için maalesef öyle olmadı. Kimseleri kırmadan ruhumun bu kadar paylaşımcılığı kabul edemediğini etrafıma anlattım.

Ev mi ?? Beni bir yerden başka bir yere taşımak çok ama çok zordur. Evimi sevdiysem ruhen öyle bir yerleşirimki oraya, kolaysa sök at.
Kitaplarımı başkalarından alıp okumaktansa kütüphanemde dursunlar benim olsunlar isterim...
Liste böyle uzayıp gidebilir.
Psikoloji Bilimi bunu, bağlılık, bağımlılık, tutarlılık, güvenilirlik, statükoculuk... başlıkları altında açıklar mı bilemem ama benim durumum bu.
Hal böyleyken geçen haftalarda Pera Müzesinde gittiğim "Duvarların Dili" Graffiti Sergisinde izlediğim bir video, gezdiğim bu serginin bugüne kadar gördüklerimden sadece sergilenişi, yapılışıyla değil de ruhuyla da ne kadar farklı olduğunu gösterdi bana.
Sanatçı videosunda icra etmekte olduğu sanatı neden çok sevdiğini ve neden bunu yapmak istediğini anlatırken " Ben birşeyleri arkamda bırakmayı çok severim, yaparım ve bırakır giderim. Mesela çocukluk resimlerim yoktur benim. Resimlerimi de duvarlara yapıp gidiyorum ve bu benim çok hoşuma gidiyor. " dediğinde çok şaşırdım. Ve ilk defa Graffiti sanatçılarının, eğer tuval üzerine de çalışmıyorlarsa, hiç bir şeyi saklayamadıklarını, sahiplenemediklerini ya da kendileri saklamasalar bile sanat severler aracılığıyla bir yerlerde yaşatamadıklarını fark ettim.Yapıyorlar ve arkalarını dönüp gidiyorlar.

Kim ne zaman onu bozacak, üstüne birşeyler daha yazacak ya da çizecek ?
Kim tamamen boyayıp yok edecek?
Kim ne zaman o duvarı yıkıp resminizi paramparça edecek?

Bu yaklaşımın birden kendi ruhumla ne kadar ters oluğunu düşündüğümde gerçekten sarsıldım.
Pera müzesinde Graffiti sanatçılarının eserleri müzenin duvarlarında. Almışlar ellerine fırçalarını, boyalarını sanatlarını duvarlara yansıtmışlar.
Sergi 5 Ekim'de bitiyor.
Gidin görün derim, zira sonra , sonrası yok işte. Bir sonraki sergi için duvarlar düz bir renge boyanacak, ortalık temizlenecek.
Daha sonra müzeyi her ziyaretimde aslında bu duvarda bu boyanın arkasında şu sanatçının şu graffiti çalışması vardı diye onu beynimde de olsa o duvara çakıp hiç çıkarmayacak mıyım yoksa unutup gidecek miyim ben de bilmiyorum.
Zaman gösterecek....
Sevgiyle ve Sanatla kalın,
G.D.