27 Şubat 2013 Çarşamba

”Kitap Sayfalarından Tiyatro Sahnelerine"


Söyleşinin adını gazetede okur okumaz hemen gitmek istedim. 

”Kitap sayfalarından Tiyatro sahnelerine”

Aslında çok basit bir tanımlama ama bana ” Evet, bu iki sanat dalı arasındaki transferi hiç bu kadar elle tutulur hissetmemiştim, düşünmemiştim “ dedirtti.
Şu yazarın, şu kitabından sahneye uyarlanan; şu yazarın, şu kitabından filme uyarlanan... bizim için çok sıradan, olağan bir durum. 

Ve bana, ne aradaki alışverişi, ne birinden diğerine aktarımı, ne de bu süreçte neler olduğunu sorgulatmıştı.
Düşünsenize yazarın kitapta çok muhteşem bir manzara, doğa için yaptığı betimleme 

5x5 metre kareye sığdırılmalı ve etkisini kaybetmemeli.

Günlerce, aylarca düşünüp oluşturduğu ve sayfalarca anlatarak sizin kafanızda yaratmaya çalıştığı bir karakter, sizin düşünmenize sizin hayalinize gerek kalmadan sahnenin bir tarafından geliveriyor ve hiç bir etkiyi kaybettirmeden “O benim “ diyor.
Ne kadar titizlikle yapılması gereken, ne kadar zor bir dönüşüm.
Yukarıda sözünü ettiğim söyleşinin gazete ilanında gördüğüm, ”Kitap sayfalarından Tiyatro sahnelerine” birden her şeyi gözümün önünde resmetti. 

Harfler, karakterler, mekanlar, Pi nin Yaşamı filmindeki o muhteşem, uçan balıklar sahnesinde olduğu gibi bir telaşla, birer birer kitaplardan fırlayıp, tiyatro sahnesinde yerini aldı. 
Ama acaba sahne üzerinde doğru yerlerde mi durdular, doğru kostümleri mi giydiler, hatta doğru karakterler miydi, yazarın kafasındaki ?

İşte bu soruların yanıtları için gerçekten söyleşi gününü sabırsızlıkla bekledim.

Söyleşi ücretsizdi. Elektronik posta yoluyla rezervasyon yaptırmam gerekiyordu. Hemen yolladım ve anında hiç hoşuma gitmeyen yanıtı aldım.
“Merhaba, Maalesef bu etkinliğimizde kontenjanımız dolmuştur. İlginiz için teşekkür eder, iyi günler dileriz.”
Yılmadım hemen yurtdışında okuyan oğluma bir elektronik posta gönderip bu etkinliğin yapıldığı kurumda çalışan arkadaşına, bana torpil yapıp yapamayacağını sormasını istedim. Bu sefer beklediğim güzel haber geldi; bana bir sandalye ayırtılmış, ismim izleyiciler listesinde yerini almıştı. 
Çocuklarımızdan torpil bulmaya başladıysak çocuklar büyümüş demektir. 
Ne güzel bir duygu :))

Karşımızda kitabın yazarı ve oyunun yönetmeni. Yönetmeni daha önceden tanıyorum beğendiğim bir aktör. Yazarsa ilk defa karşılaştığım, kitaplarını bilmediğim bir yazar. 
Ama şu an okurlarından biriyim. Söyleşinin ertesi günü gidip iki kitabını aldım. Biri bitti, diğerini de şu an okuyorum.
Önce nasıl tanıştıklarını hatta nasıl tanıştırıldıklarını anlatıyorlar ve ilk başta ortak noktalarının aynı müzik grubunu / türünü sevmek olduğunu söylüyorlar. 
Sonra aralarında gelişen ortaklığın ve kitaptan tiyatro sahnelerine dökülen harflerin, en iyi şekilde sahneye alınmasının, canlanmasının aralarındaki güven duygusu olduğunu vurguluyorlar.

Aralarında bir güç savaşı yok, tam aksine güven var.

Güven, ortak çalışmalarından, birbirlerinin fikirlerine saygı duymaktan, birbirlerini iyi anlamaktan, iyi tanımaktan kaynaklanıyor. Oyunun yönetmeni yazarın tüm provalara katılmasını, provaları izlemesini istiyor. Yazar da provaların hepsinde bulunuyor, yarattığı karakterlere emin ellerdesiniz mesajını veriyor bir diğer anlamda.

Yazar:Hakan Günday          
Yönetmen : Murat Daltaban
Kitap/Oyun : Malafa
http://www.hakangunday.net/hakan-gunday-kitaplari.aspx?id=4

Seyredin diyemiyorum şu anda oyun sahnede değil. 


Kitabın ilk sayfaları “Bu ne ?“ dedirtti bana. “Yabancı dilde bir kitap mı okuyorum ?”
Sonra yabancı dilde kitap okurken dili geliştirmeniz için söylenen, “sakın sözlüğe bakma okumaya devam et, o kelimeler zaman içinde anlamını bulacak, dil böyle gelişir” denildiğini hatırlayıp aynı taktiği bu kitap için de uyguluyorum; işe yarıyor, size de tavsiye ederim.

Sevgiyle ve hep sanatla kalın
G.D.

20 Şubat 2013 Çarşamba

"Mozart ve Yaşamı"


Gittiğim, Mozart/Bir Yaşamöyküsü adlı müzik söyleşisinden etkilendim, kitabını da okuyorum şimdi. Hem söyleşi sırasında hem de kitabı okurken şunu fark ettim. Bizler bu müthiş yetenekli insanları hep şöyle duymuşuz programlarda.

Şu tarihte doğdu, şu tarihte müzik eğitimine başladı, şu tarihte şu talihsiz hastalıklara yakalandı, atlattı, soylu ailelerin  himayesine girdi, onların istekleri üzerine şu besteleri yaptı sonunda da neredeyse bir çoğu genç yaşta öldü. 
Sanki elimizde bir liste, her maddeye bir tik atarak  onları birden büyütüp, talihsiz sona doğru ilerliyoruz.
Oysa bu insanlar da çocuktu, onların da çocukça verdikleri tepkiler, çocukluğun getirdiği çekinmesizce, çocuk saflığıyla yaptığı davranışlar, sözler vardı.

İşte onları okudukça benden çok uzakta sanki gökyüzünde asılı durup bana çookk yukarıdan, gökyüzünden baktıklarını imgelediğim bu insanlara  kendimi daha yakın hissettim, daha çok dahileştiler gözümde  ve gerçekten sizler  de aynı duyguları hissedin istedim.

Baba Mozart çocuklarının (kızı Nannerl  ve küçük oğlu Wolfgang) kabiliyetlerini keşfedince onların müzik eğitimine eğildiği gibi bu dehaları dünyaya tanıtmak ister. Onlarla birlikte 
3 yıl  süren Avrupa turuna çıkar.  Her gittikleri yerde çocuklar özellikle de Wolfgang’ın kabiliyeti, dinleyen herkesi  hayrete düşürür.

Avrupa turu sırasında uğradıkları Viyana’da Schönbrunn Sarayı’na kabul edilirler. İmparatoriçe  Maria Teresia ve İmparator I.Franz’ın huzurunda konser verecek olması   baba Leopold Mozart gibi o dönemde henüz 6 yaşında olan Wolfgang’ı da heyacanlandırır.   Wolfgang İmparatoriçe ve İmparator’un huzurunda tüm yeteneğini sergilemekle kalmaz, çocukluğunu kanıtlarcasına  kendisine yakın ilgi gösteren İmparatoriçe'nin kucağına atlayarak, boynuna sarılıverir. On altı kez doğum yapmış olan İmparatoriçe’nin bu çok hoşuna gider.

Aradan dört ay geçmiş Wolfgang yine Viyana’ da Schönburnn Sarayı’nda Maria Theresia huzuruna doğru ilerlerken ayağı kayar. Ayağı kayan Wolfgang’ı İmparatoriçe’nin kızı ve geleceğin Fransa Kraliçesi Marie Antoniette yerden kaldırır. Wolfgang çocuksu ciddiyetiyle, Marie Antoniette’e bakıp “ Bana karşı iyi davrandınız , büyüyünce sizinle evleneceğim. “ der.
O yaşlarda yapmış olduğu bestesini  sizinle paylaşmak isterim. Müzik tarihçileri  bu bestenin basit  görünmekle birlikte  5-6 yaşındaki bir çocuk için oldukça zor bir beste olduğunu söylemekte.
     
Sevgiyle ve hep sanatla kalın
G.D.

"Evet...Konumuz ne mi?"


Son iş yerimde  odamdaki duvar paneline  ya da açık ofisteysem masamın ön ve yan tarafını kaplayan panellere  izlediğim tiyatroların, konserlerin tanıtıcı broşürlerini asardım.

Bunu yaparken amacım, bu performansları izlerken duyduğum mutluluğu ofiste geçirdiğim zamanlara da  taşımak olduğu gibi, iş arkadaşlarımla bu broşürler  üzerine konuşma platformu da yaratabilmekti. 

Ben çok zevk alırdım onlarla konuşurken  onların da bundan zevk aldığını hissederdim.   

Fikir, bir arkadaşımla kahve içerken sohbet sırasında çıktı. Aynı gün bir başka arkadaşımın aynı fikri, tesadüfen gündeme getirip ”Sen niye blog açmıyorsun, bize bu anlattıklarını orada yazmıyorsun ? ” sorusuyla pekişince, ben de kendi kendime sordum “Niye yapmıyorum ki ? “  Yapalım görelim bakalım.  

Bazılarınızla bunları zaman zaman telefonda, zaman zaman elektronik posta yoluyla, zaman zaman da, yukarıda bahsettiğim gibi, sohbetlerde paylaşıyordum zaten.

Şu an verdiğim karar bunu daha sistemli yapıp daha geniş grupla paylaşmak.

Evet,  konumuz ne mi ?
Konserler, filmler, tiyatrolar, sanat söyleşileri, galeriler...  Kısaca “Sanatla” ilgili her şey. 

Bu yazı, size haber vermek için bir grizgahtı. Umarım hep birlikte  zevk alırız. 

Bir sonraki buluşmamızda yani ilk sohbetimizde size en son gittiğim bir müzik söyleşisinden bahsederek başlayacağım.

Sevgiyle ve hep sanatla kalın.
G.D.